7 Mart 2008 Cuma

Diaspora İzlenimleri

Biraz öznel bir anlatım olacak ama Ermeni Diasporası hakkında görüşlerimi birinci elden anlatmak için böyle yazıyorum.
2006 yılının son kısmını California'da geçirdim. Kalifornia 25 milyon nüfusu olan, ABD'nin en zengin eyaletidir. Eğer bağımsız olsa G8 ülkelerinden biri olacak kadar zengin.
Bu 25 milyonluk nüfusun 5 milyonu Ermenilerden oluşuyor. California’nın her yerinde Ermenilere rastlıyorsunuz.
Uçaktan indikten sonra ilk bindiğim taksici ismini yanlış hatırlamıyorsam Hristo adında bir Ermeniydi. Türkçesi çok kötüydü ama çoğu İngilizce arada Türkçe iyi anlaştık. Gittiğim yol 1 saatlik yoldu, Bayağı konuştuk. O gün Dünya Kurası Finali vardı. Önce futbol geyiği yaptık. İkimiz de İtalya’yı destekliyorduk. Daha sonra kaçınılmaz olarak konu Jenosit,Soykırım’a geldi. Bana dedesini Türklerin öldürdüğünü ama dedesinin de çok fazla Türk öldürdüğünü söyledi. Dedemin öldürülmesi soykırım değildi, savaştı dedi ama Türkler bir sürü masum Ermeni’yi öldürdü dedi, bu soykırımdı dedi. Ben de siz bizi arkamızdan vurdunuz, Ruslarla birleşip sadece kadın, yaşlı ve çocukların kaldığı köyleri bastınız dedim. Doğrudur ama bu sizi masum göstermez dedi. Sen de haklısın dedi ama siz bize özür borçlusunuz dedi. Ben de Soykırım için değil ama o tarihlerde dedelerimin yaptığı için senden özür dilerim dedim. O da kendi dedelerinin yaptığı için özür diledi.
Neyse bir ev tuttum arkadaşlarla, yerleştik. Bir Los Angeles yapalım dedik. Metroya bindik. Orada her yere metro var. 1 saatlik yol vardı. Arkadaşlarla geyik yaparken ön sırada birisinin telefonla Türkçe konuştuğunu fark ettik. Konuşması bitince yanına gittim, Türk müsünüz dedim. Hayır Ermeni’yim dedi. Ana diliniz gibi konuşuyorsunuz dedim. 30 sene önce ağabeyimle geldim dedi. İstanbul’u çok özlüyorum dedi. İki oğlu da Beşiktaşlıymış. Sürekli Türk kanallarını izliyor, dedi. Gümüşçülük yapıyormuş. Beni çay içmeye davet etti. Kalabalık olduğumuzdan reddettim. Kartını verdi, sorunun olursa gel dedi, Eyvallah dedim.
Neyse Hollywood’a geçtik. Otobüsteyiz, bir kadın fotoğrafımı çekmeye başladı, yaşlı bir kadın. Yanında kızı ve orunu da vardı. Neden çekiyorsunuz dedim, cevap vermedi ban sen poz ver dedi. O arada kızı sebebini söyledi .Beni Hz. İsa’ya benzetmiş. O dönem saçlarım uzundu, sanırım o yüzden. Sonra nerelisin diye sordu, ben cevap vermedien, Alman mısın, Fransız mısın, Yunan mısın, Ermeni misin, Rus musun diye sordular. Türküm dediğimde inanmadılar, melezsindir falan dediler, yok annem babam Türk dedim. (burası da Tarkan’daki ulusum Türk ulusu gibi oldu) Hemen soykırımı sordu yaşlı kadın, yok dedim olmadı öyle bir şey ama istediğniğize inanın, sizi suçlayamam. Neyse durak geldi indik.
Bir gün yine LA’den bizim oraya döneceğiz, metro ya da otobüs seferi yok o saatte. Taksiye binelim dedik ama taksi en az 100 dolar tutar, Amerikalılar da pazarlık yapmaz. Neyse bir tane taksici bulduk, aksanından Amerikan olmadığını anlayıp pazarlığa girdik. 70 dolara fit olduk. Yolda Rus musunuz diye sordum. Ermeniyim dedi. Ben de Türkçe olarak, o zaman Türkçe konuşalım dedim. Anlamadı. 7 yaşına kadar Türkiye’de yaşamış ama Türkçeyi çok az biliyormuş. 25 senedir oradaymış. Amrikada da ninesi Türkçe konuşurmuş onla. Türkiye’den son hatırladığı şey Barış Manço’nun Arkadaşım Eşek şarkısıymış. Adam takside onu söyledi. Güldük falan işte. Sonra iş pek tabiki Soykırıma geldi. Yine bildik geyikler dönecek derken adam Soykırım umrumda bile değil dedi. Olmuş bitmiş dedi, onun derdine düşecek değilim dedi. Ben Türklere bütün yemeklerimizi sahipleniyorlar diye gıcık oluyorum dedi. O yemekler Türklerin değil dedi, o topraklarda yaşayan herkesin dedi. Neyse Türk kardeşimdem 60 dolar alayım dedi. Gel çay iç dedik, işim var dedi, gitti.
Bu arada Los Angeles’ta insanlar banliyölerde yaşıyor. Bu banliyölerden biri de Glendale. 300.000lik nüfusunun tamamı Ermenilerden oluşuyor. Ben hiç gitmedim. Biraz tırstım açıkçası. Kulağımıza eğer orada Türk olduğunuzu anlarlar ise ya paranızı alırlar ya da sizi eşek sudan gelinceye kadar döverler şeklinde duyumlar geliyordu. Neyse birgün Glendalelı bir Ermeni ile tanıştım, adam harbi Ermeni miliyetçisiydi, Türk olduğumu söylediğimde whoaa(oha oluyor) dedi. Biraz benle dalga geçmeye kalktı ama deplasmanda olan oydu. Çevrede Türkler vardı. Çevresine toplanınca yumuşadı biraz.
Artık Türkiye’ye dönecektim, elektronik orada yarı fiyat olduğu için elimdeki son dolarlarla elektroniğe yüklendim. Bir de çek vardı elimde 300 dolar civarı. Çeki mağaza bozmadı, ben de bilgisayarı o akşam laamadım. Bekletir misiniz dedim görevliye. Görevli kız acayip Türke benziyordu. Yetim yok dedi. Nereli olduğunu sordum. I am from Turkey, Amasya dedi. Fakat Türkçe bilmiyormuş. Babaannesi Amasyalıymış. O hiç Türkiye’yi görmemiş. Yine de Türkiyeliyim diyordu. Bilgisayarımı bekletti hemşerhilik ayağına.

Demem o ki biz burada Ermeni Diaporası şöyle dedi, böyle aptı diyoruz ya, Türk Düşmanı onlar diyoruz ya. Kısmen yanlış. Bir kısmı gerçekten düşman ve bütün Ermeni Derneklerini de bunlar kurmuş zaten. O yüzden Diaspıra Ermenilerini onlar temsil ediyor gözüküyor.
ABD’de en çok bana Ermeniler yardım etti, yakınlık gösterdi. Yaşlılar ve orta yaşlılar Türkçe biliyordu zaten. Glendale ise içine kapalı bir toplum olduğu için giderek faşistleşmiş bir yer gibi geldi bana, eğer diğer Diapora Ermenileri gibi yaşasalardı onlar da bize daha yakın olurlardı.

Dışa açılalım ve dünyaya, özellikle komşularımıza karşı önyargılarımızı bırakalım. Evet soykırım var diyorlar ama her zaman diyaloga açıklar.

26 Şubat 2008 Salı

Bülent Ersoy: Türkiye'nin En Cesur KADINI

"tamam vatan bölünmez, bilmem ne olmaz ama göz göre göre de bu çocukları bütün analar doğursun, toprağa versinler. bu mu yani?"
"bir çocuğun ne demek olduğunu ben sizler gibi bilemem. ben anne değilim, olamayacağım da. ama insan olarak o anaların yüreğinin nasıl cayır cayır yandığını ben anlayamam ama anneler anlar"
"başkalarının savaşı için doğurduğum çocuğu toprağa veremem"

Bu sözlerin sahibi "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlere kızıgn bakışlar fırlatan Bülent Ersoy. Karışmasın sorun bu değil. Bülent Ersoy milliyetçi-muhafazakar birisidir ama diğer milliyetçi-muhafakarlaran zekası ile ayrıldığını gösterdi. Ve ne kadar acıdır ki düşünürlerin değil popüler kültür ükonlarının her konuda daha etkin olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve Bülent Ersoy tek bir hareketiyle uzun zamandır hiçbir aydının bütün uğraşlarına rağmen dikkat çekemediği bir konuya dikkat çekiyor.

Bu arada Ebru Gündeş'in milliyetçi patlama yaparak parsayı toplama isteği Bilent Ersoy duvarına tosladı. Gündeş ayarı yedi oturdu.

Militarist-Faşist Duvarda Bülent Ersoy'un açtığı devasa gediği artık demokrat aydınlar değerlendirsin.

14 Şubat 2008 Perşembe

“Mevzubahis Vatansa Gerisi Teferruattır” Gerisi?

Son günlerin çok moda bir sözü, vatanın tehlikede olduğu durumlarda gerisinin önemsiz olduğunu anlatıyor: “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır”. Çok doğru bir söz; fakat sık sık yanlış anlaşılmalara sebebiyet veriyor. Sebebi cümlede bir zamirin kullanılmış olması: “Gerisi”

Nedir o gerisi? Neleri kapsar. Bu sözü doğru anlamak için cümledeki gerisi zamirinin ne anlama geldiğini iyi anlamak zorundayız. Bu cümleden tam olarak anlaşılamadığına göre, Mustafa Kemal’in bunu söylediği Kurtuluş Savaşı Devrinde neleri göz ardı edip teferruat saydığına, neleri ise çok önemsediğine bakmamız gerekiyor.Atatürk Cephede

Örneğin yasalar, örneğin o yasaların yapıldığı TBMM yani geniş anlamda “HUKUK”. Bunlar Mustafa Kemal’e göre teferruat mıdır? Hiç sanmıyorum. Atatürk mecliste onca muhalifi olmasına rağmen her zaman meclisin kararları ile hareket etmiştir. Tarihten birkaç örnek verelim: Meclis Başkomutanlık Yasasını uzatmak istemediğinde Atatürk’ün önünde 3 seçenek vardı. Ya orduya emir verecek ve meclisi kapattıracak, ya meclisin iradesi karşısında geri çekilecek ya da meclis içi mücadelesini sürdürecekti. O 3. yolu tercih etti. Ne orduyu kullanarak meclisi bastı ne de geri çekildi, mücadele etti, mecliste mücadele etti. Ve kazandı. Başkomutanlık Yasasını meclis kararı ile uzattı. O Başkomutanlık Yasası eğer çıkmasaydı belki savaş kaybedilecekti, işte bu kadar önemli bir yasaydı, ölüm kalım meselesiydi. Fakat Atatürk yine de bu işi meşru hukuki yollardan halletti. Yoksa basitti, 2 tane muhalifi vurdurturdu, bunu da devletin bekası ve Türklük ve Müslümanlık için yapıldığını söyletirdi tetikçisine. Aynı bugün yapılanlar gibi.

Yine bu davranışı Kurtuluş Savaşı sırasında sık sık görüyoruz, 1. Meclisin sürekli bir yasama faaliyeti içinde olması bunun en iyi göstergesi. Peki Atatürk istese elindeki orduyla meclisi susturamaz mıydı? Sustururdu hem de çok kolaylıkla.

Peki yasalar, meclis ve dolayısıyla hukuk Atatürk tarafından hiçbir zaman teferruat sayılmadığına göre teferruat olan ne? Yine onun davranışlarına bakarak anlayacağız. Atatürk savaşlar boyunca hem kendi canını hem de askerinin canını gerektiğinde tehlikeye atmaktan korkmadı. Çanakkale’de askerlerine ölmeyi emretmesi, kendisinin her zaman çağdaşlarının aksine ön cepheye yakın durması bize Atatürk’ün söz konusu vatan olduğunda canının, canımızın teferruat olduğunu bize anlatmasıdır. Söz konusu vatansa, canımız, rahatımız, paramız, zevklerimiz, mallarımız her şey teferruattır, teferruat olmayanlar ise genel olarak Hukuk kavramının içine giren kavramlardır.Kurtuluş Savaşında Boyunca TBMM Yoğun Olarak Çalışmıştı

Peki bugün kendilerine “Kemalist” demeyi çok seven faşist zevat neyi savunuyor. Ergenekon mu dediniz? Tabi tabi, bu vatan için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir değil mi? Ulusalcı olduğu iddiasındaki biri ötekini susturmak için derine iniyor, hukuku teferruat sayıyor, çiğniyor ve ondan sonra utanmadan Kemalist olduğunu iddia ediyor. İnsanda biraz utanma olur.

Atatürk bize muasır medeniyeti işaret ederken –devlet bazında- herhalde Hukuk Devletini hedef göstermişti, derin devleti değil.

8 Şubat 2008 Cuma

Kendilerini Kemalist Sanan Asker Fetişisti Faşistler

İdeolojilerin zamanla aslından farklılaşması tarihte sık sık görülmüş bir olaydır, biz de 12 Eylül darbesi buna verilebilecek net bir örnektir.

Asker Fetişisti Faşistlerin Kendilerini Kemalist Sanması ne yazık ki 12 Eylül sonrası yaşanan bir sendromdur ve Kenan Evren’in uyguladığı apolitizasyonun olmazsa olmaz tamamlayıcısıdır. Uygulama halkın ve özelde gençlerin apolitize edilmesi, apoitize olmamakta direnen sınırlı sayıdaki 12 EYLÜL REJİMİ İÇİN TEHLİKELİ olanlara karşı da gayet politize ve mobilize bir FAŞİST Gençlik yaratılmasıdır. Bu FAŞİST Gençlik kendisini Atatürkçü-Okuma Tembeli Türk Gencinin Aidiyet Arzusunun SonucuKemalist sanacak, bu şekilde algılanmasına çalışılacak ve bu yolla meşruluk sağlanacaktır. Bu yolla hala her şeye rağmen gerçekten Kemalist kalabilenler kendilerini bu Kenan Evren çocukları yüzünden farklı tanımlamak zorunda kalacaklardır. Örneğin bir Kemalist faşist damgası yememek için Kemalist olduğunu saklayacak ya da Kemalist sıfatı ile başka bir sıfatı birleştirerek kullanacaklarıdır. Liberter-Özgürlükçü Kemalist, Marksist Kemalist, demokrat Kemalist vs. Bu şekilde de Atatürk üzerinde tekel kurularak bu FAŞİST-KENANİST Gençlik süper meşru bir duruma getirilecektir, hepimiz biliriz ki bu ülkede meşrulaşmanın en kolay yolu Atatürk ile özdeşleşmeye çalışmaktır; fakat onu kendine benzeterek, çoğu zaman söylemediği lafları bile söylemiş gibi göstererek.Asker Fetişisti Gençler

İşin pis tarafı bu gençlerin kendilerini gerçekten Kemalist sanacak olmalarıdır; Kemalizm ile uzaktan yakından alakaları olmamasına rağmen.

Bugün bunu yaşıyoruz. Bu süper meşru, Kemalist görünümlü serbest salınımlı Faşist Gençlik Ergenekon’u savunuyor, gerektiğinde inkar ederek, Veli Küçük gibileri Vatansever ilan ediyor ve 1990ların Susurlukta deşifre olanları savunmak için “Bu vatan için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” diyen Tansu Çiller’den daha da komik duruma düşüyor.

Derin Devlet hukukun dışında olan devlettir, sorgulanamaz, dokunulamaz, ancak istifra ettikleri sorgulanır. Derin Devletin olduğu yerde hiçbir vatandaşın can güvenliği yoktur, dedik ya hukuk dışındadır, hukuki müeyyide alanının dışındadır diye. Böyle bir ülkede Atatürk’ün bize amaç gösterdiği hukuk devletinden bahsedemeyiz herhalde. Hukuk devleti herkes için uygulanabilir kurallar olduğu müddetçe vardır.Ülkücü Faşistler İş Başında

Atatürk’ü öyle bir anlarlar ki şaşırmamak elde değildir. Atatürk’ün Bursa Nutkunu kime karşı verdiğinin farkında bile değillerdir. Bursa Nutku devletin ceberutlaşması halinde gençlerin buna karşı durması için gençlere gösterilmiş bir yoldur ama bu fetiş Kemalist gençlik bu nutku ceberut devleti demokratlara karşı savunmak –aslında açık açık saldırmak- için kullanırlar, bunun böyle olduğunu söylerler. E tabi Atatürk de onların tekellerinde, kim onlara karşı çıkabilir değil mi?

ADD’nin forumundan iki adet link: ADD Forumu Ergenekon Çetesi ADD Forumu Youtube

Kenan Evren’in yarattığı bu gençlik yüzünden bir ülkeyi ileri taşıyacak yegane güç olan gençlik ne yazıkki ülkeyi ilerlemekten alıkoyuyor. Bunu yaparken Atatürk’ü kullanmasına ise herhalde Kenan Evren kıs kıs gülüyordur.

4 Şubat 2008 Pazartesi

Pars Narkoterör: Ergenekon Çetesi

Medyanın 4. Güç olduğu hep söylenir ama bu eksiktir, aslında 1. Güçtür. Toplumu manupüle etmek için eldeki en etkili silah medyadır.

Son yıllarda TSK rüşvet yiyen emekli paşalarla, yetki alanındaki ilçeleri çapraz ateşe alan albaylarla, Doğuya giden hakim-savcıların kapısının önünde bomba patlatan generallerle gündeme geldi sürekli. Tabi bu TSK’nın imajını ciddi ölçüde hırpaladı. Üstüne bir de 27 Nisan Muhtırasına rağmen gelen AKP zaferi eklenince TSK gerek güvenilirlik gerekse de bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kaldı.

Bu meşruiyet sorunu nasıl çözülecek, tabiki toplumu TSK lehine manüpüle ederek. Hangi yolla? Medya yoluyla. Al sana Pars Narkoterör.

Pars Narkoterör’de sadece teröristler Kürtçe konuşuyor. Mesaj açık Kürtler kötüdür ve uyuşturucu kaçırıp PKK’ya yardım eder.

Pars Narköterör’de ülke eyaletlere ayrılmış, bunu yapan kim? Tabiki uyuşturucu kaçakçısı Kürtler!

Pars Narkoterör’de emekli bir paşa var, rüşvet suçundan ordudan atılmış. Fakat diğer emekli paşalar gibi ordu içinde hala etkin. Bu etkinliği kullanan kim? Uyuşturucu kaçakçısı terörist Kürtler! Bu emekli paşa atılgan bir binbaşına rüşvet öneriyor ama atılgan binbaşı kabul etmiyor. Bir de bunu üstlerine iletiyor. İşte yazının en cafcaflı yeri, üst ne diyor. Türk Televizyon Tarihine TSK yalakalığı olarak geçecek sözler: Bu tip şerefsizlerin her yerde bulunabileceğini, bunları açık etmenin ise orduya zarar vereceğini, TSK düşmanlarının bu tip açıkları beklediklerini, gördükleri an saldıracaklarını söylüyor ve bu durumu ordu içinde çözelim diyor. Yani diyor ki, TSK’nın yaptığı yolsuzlukların üzerine gidenler vatan hainidir, TSK’nın içi pek temizdir ama böyle şerefisizler çıkıyor, onları da biz halledelim. Bu konuşmayı yapmadan önce yaptığı Adriyetikten Çin Seddine girişi de zaten nasıl vatansever! olduğunu gösteriyor paşamızın. Hukuk mu, Hukuk Devleti mi? O da ne?

TSK’nın AİHM’ye giden bir dosyası vardı. Komutan, teröristleri takip ediyor fakat teröristler bir köye sığınmayı başarıyor, komutan ise köyü kuşatıp çapraz ateşe alıyor. 6 sivil bu çapraz ateş sırasında ölüyor. Pek tabi olay yerine savcı geliyor. Hukuk devletiyiz ya! Komutanın ifadesini alıyor ve dosyayı kapatıyor. Öyle ya bir subayın ifadesinden daha güvenilir ne olabilir bir hukuk devleti için. Bu olay AİHM’ye gidiyor ve Türkiye adil yargılanma hakkı vermemesi yüzünden mahkum oluyor. Bu olay da sizi de atik binbaşının dağa emniyet kapalı çıkmasıyla yalanlanıyor. Sırf köylüyü vurmamak için emniyet kapalı çıkıyor dağa.

Bir de ordu içindeki bir yapılanma var: adı Pars sanırım bu yapılanmanın, arkasında fona yerleştirilmiş bir Azerbaycan’dan Atlas Okyanusuna Osmanlı Haritası bulunan bir liderleri olan. Vatan savunması için kurulmuş. Ne kadar da Ergenekon Çetesine benziyor. Zaten iki de bir de mehtem marşı çalıyor dizide. Bizi Kuzey Irak’ı işgale mi hazırlıyorlar ne?Osmanlı Sevdalısı Derin Devlet

Ergenekon demişken bir bakalım: Kim var bu ergenekonun içinde bir emekli paşa, çeşitli rütbeden askerler. Paşa Adriyatikten Çin Seddine paşası, rütbeler dağılmış dizide. Bu kadar benzerlik! Ben mi paranoyağım?

Bir de eski bir bakan var. Özelliği Kürt olması. Tahimin edilebileceği gibi bu da uyuşturucu kaçakçısı. Sen hem adamları bakan yap hem de yemek yedikleri kaba… Olacak şey mi. Bu Kürtlerin hepsi hain canım! Denen şu: Bu ülkede Kürt Bakanlar da oldu ama onu da hainlik için kullandılar. Pes doğrusu.

Değinmemek olmaz. Bir de dizinin tanıtımları dönerken sürekli bir yoldan akan uyuşturu trafiğinin 150 milyar dolarlık ahacminden bahsediliyor ve bunun 5 milyar doları PKK’ya geçse diye devam ediyor, sonra da TSK’nın silah alım bütçesinin 3,5 milyar dolarcık gibi az bir rakam olmasından yakınıyorlardı. Peki soruyorum acaba kaç milyar doları TSK’nın sadık yardımcısı köy korucularının eline geçiyor? Acaba köy korucuları bu kolay ve çok parayı kaybetmemek adına kaosu sürdürmek için kaç köy basıyor? Bunlara da cevap ver Pars! Bir de tarihi vurgu vardı o tanıtımlarda. Hasan Sabbah’a atıf yapılıyordu, tarihin tekerrür ettiğin söylüyorlardı. Tabi aslında bu Kürtler çok pis varlıklar canım, 1000 yıldır böyle, su Orta Asyadan bir kısrak başı gibi uzanan şanlı vatanımızda bir türlü rahat edemedik zaten pis Kürtler yüzünden. Sizin o mavi kanınız yok mu? Siz çok asilsiniz.

Bir de dizide sürekli çalan mehter marşı yok mu, işte o an bitiyorum.

Türkiye herkese yeter, amacı birlikte yaşamak olan, yaşamak olan herkese, fakat kaostan fayda sağlayanlar bunu engellemek istiyor. Korucular köy basıyor, PKK sürekli saldırıyor, televizyonda Pars Narkoterör adlı bir safsata gösteriliyor.

Kısaca yapılan şu: İki taraf varmış gibi gösteriliyor. Uyuşturucu kaçakçısı Kürtler ve Osmanlı Sevdalısı Vatansever Türkler, bunlardan biri olmak zorundasınız, eğer iyilerden yana değilseniz dizineki vatansever paşanın dediğin gibi TSK’yı yıpratmak için fırsat bekleyen demokratlardan oluyorsunuz. Dizinin sloganı “Vatana İhanetin Anatomisi” şeklinde. Dizinin tek doğrı yanı bu. Dizideki kötüler ne kadar hain ise, iyi gösterilenler de o kadar hain.

Nerede Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını veren ordusu, nerede?

2 Şubat 2008 Cumartesi

555K ile 222A Arasındaki 7 Farkı Bulun

555K Gösterileri Geçmişe sarılmak bugüne ve geleceğe sarılamayanlar için tek yoldur. hem de geçmişi manipüle ederek. olmadığı gibi göstermeye çalışarak.
555k eylemi tamamen bir yeraltı örgütlenme ile gerçekten hiçbir yere haber verilemeden yapılan, etkisi çok büyük olan bir eylemdi, türkiye tarihinde kilometre taşı olan eylemlerden biriydi. öğrenciler kendi araların bu haberi yaymış ve sonunda menderes’e ağır bir darbe indirmişlerdi. amaçları daha fazla demokrasi idi, üniversitedeki baskının yok edilmesi idi.222A Gösterileri
222a eylemini düzenleyen seslerini duyurmak için her yerde bangır bangır bağırdılar, etkilerini güçlendirmek için 222a ismi yoluyla 555k eylemine atıfta bulundular. amaçları daha çok bürokrasi, demokrasi onlar için bir araç, aynen rte için olduğu gibi. onlar bu devletin sahibiyiz diyorlar ve başkasını kabul etmiyorlar, tek vatansever, tek laik, tek modern onlar; onlardan başka herkes hain, yobaz, gerici. buna rağmen 555k ismini kirletmekten geri durmuyorlar. ama yazının başında dedik ya, bugün ve gelecek kalmadı onlar için, bu yüzden onların olmayan bir geçmişe sarılıyorlar. 555k ismini kopya ederek katılımı, etkiyi arttırmaya, kendilerine tarihsel bir arkaplan yaratmaya çalışıyorlar.
türbana karşı olunabilir, kaldı ki onlar gibi fanatik bir tarzla olmamakla beraber ben de karşıyım türbana ama arada kalın da bir çizgi var. bu çizgiye demokrasi deniyor.
1930lu yılların özlemi içineler, mustafa kemal’in tabulaştırmadığı düşünceleri tabulaştırıyorlar. 1929 dünya ekonomik bunalımı uygulamaya konan devletçilik ilkesine sanki kutsal bir şeymiş gibi tapınıyorlar ama bilmiyorlar ki atatürk 1930′a kadar serbest piyasacı bir politika izledi, ya da biliyorlar ama çıkarlarına ters düştüğü için dile getirmiyorlar. dünya görüşleri ve tarih görüşleri de çok kıt, türban konusunda sürekli fransa’yı örnek veriyorlar ama bilmiyorlar ki fransa’da laiklik ancak meryem ile bağrı açık modern fransız kadını mary barışınca toplumsal kabul gördü.
kendi toplumlarını tanımıyorlar, türban’ın o genç kızların evden çıkabilmesi için tek şansları olduğunu, türbanın o kızlar için sokak kapısının anahtarı olduğunu göremiyorlar. tek gördükleri gerek bürokratik gerek toplumsal ve hatta askeri alanda ayrıcalıklarının yok olduğu ve bu yüzden panik halindeler. bu ayrıcalıkları artık toplum taşımıyor, ceberrut başçavuştan, piskopat zabıta komserinden, asabi ceza reisinden, ukala okul müdüründen bıktı.

Marx’ın bir lafı ile bitirelim: “tarih tekerrrür eder ama ilk seferinde trajedi, ikincisinde komedi olarak”

29 Ocak 2008 Salı

Burhan Kuzu: Anayasal Ampul 2

Onu ilk olarak geçtiğimiz meclis döneminde anayasa komisyonunda CHPli kadın bir milletvekili ile yaptığı kavgaya varan rezillikleriyle tanıdık. Daha sonra Türkiye Barolar Birliği ‘nin düzenlediği bir sempozyumda başkanlık sistemini desteklediğini, parlamenter sistemi sevemediğini söyledi. sivil cumhurbaşkanı döneminin sürmesi gerektiğini savunan kuzu, parlamenter sistemde hem yasama hem yürütmeyi hükümetin yönettiğini kaydetti. kuzu, “biraz da yargıya ‘höt’ dediniz mi tamam. yasama ne yapacak? indir, kaldır” diyebilecek ölçüde bir anlayışa sahip bir sahsiyet. gayet frensiz ve olduğu gibi. Bir bomba da türban ilköğretim ve liselerde de serbest olacak mı sorusuna verdiği cevapla patlattı bu aralar. kuzu tam olarak “Eşcinsellerden de eşitlik ve evlilik hakkı tanınması için yoğun talep geldi. İstiyorlar diye verecek miyiz? Kamuoyu buna hazır değil” dedi. Yani Yıldırım Türker’in dün çok iyi belirttiği üzere “…bu milletin asla hazmedemeyeceği, başa çıkamayacağı gerçeklikler, gelişmiş bir irade istediği için bu milletin korunması gereken sınavlar üstüne hemen her muhafazakâr liberalin söyleyeceği çok şey vardır. Olduğunu biliyoruz.Türk vatandaşına nice konuda konuşma, nice meseleyi tartışma ehliyeti henüz verilmiş değil…. …Bu toprakların otoritesi, gücünü halkı çocuklaştırıp katılımını asgariye indirerek, ‘halkın anlayacağı anlamayacağı’nı belirleyerek pekiştirmiştir. Millet, rüştünü asla ispat edemeyecek bir güruhtan oluşmaktadır…” Yıldırım Türker o yazıyı Kuzu‘nun o beyanı üzerine yazmamış fakat üstüne cuk oturdu.kuzu.jpg
Kuzu dedikleriyle düşünce yapısının da gözler önüne seriyor tabi, dedik ya öylesine frensiz, öylesine zemberekten fırlamış bir tarzı varki, kimse durduramıyor. Öncelikle eşcinselleri aşağılıyor, belki dediklerinden bu anlam hemen çıkmıyor kamuoyu buna hazır değil derken aslında kendi kafasına yatmadığını söylüyor. Yoksa Kuzu bir toplum mühendisi mi?

Bu toplum yıllarca Yıldırım Türker’in belirttiği gibi cahil bırakılarak yönetildi, kendi gücünün farkına varabileceği durumlar her zaman politikacılarca “toplumun hazır olmadığı konular” olarak fişlendi ve tabulaştırıldı. Süleyman Demirel de 61 Anayasası bize bol gelen bir gömlek dememişmiydi. Neden demişti? Çünkü halk yavaş yavaş kendi gücünün farkına varıyordu.

Halk hakkını kullanmaya hazır değildi, ama politikacılar ve onların işadamı yakınları tarafından sömürülmeye hazırdı.

“Toplumumuz buna hazır değil” mottosu bazen de Kuzu’nın yaptığı gibi politik bir liman olarak da kullanılabiliyor. Tabanına anlatamayacağı eşcinsel evliliğinden kaçmak için toplum buna hazır değil diyor ve hokus pokus, sorun çözüldü.

Bu halkın hazır olmaması durumunu açık açık olmasa da TSK’da kullandı. ‘7 Nisan Muhtırası buna en güncel örneklerden biridir. TSK medyaya farklı konuşsa da gerçekte halkın sokaklarda hakkını bizzat aramasını istemedi, zira bu durumda TSK’nın siyasete müdahele ederken ki kısmi meşruluğu ortadan kalkacaktı: halk varken askere ne hacet. Zihniyet her zaman aynı, halk hazır değildir ve cahil bırakılması gerekir hiçbir zaman hazır olamaması için.

24 Ocak 2008 Perşembe

Uğur Mumcu: Kürt Dosyası

Sitede yazdığım ilk yazı hrant ile alakalıydı, bu ikinci yazı ve bu da katledilen bir gazeteci ile alakalı: Uğur Mumcu. Uğur Mumcu benim öldürüldüğünü gördüğüm, kim olduğunu bilecek yaşta olduğum ilk gazeteciydi, annemin haberi duyunca nasılSitede yazdığım ilk yazı Hrant ile alakalıydı, bu ikinci yazı ve bu da katledilen bir gazeteci ile alakalı: Uğur Mumcu. Uğur Mumcu benim öldürüldüğünü gördüğüm, kim olduğunu ağladığını da hatırlıyorum. Demekki önemli biriydi.

Herkes katilleri bulacağız dedi. Sonra da Mehmet Ağar, Güldal Mumcu’ya “bir duvar var ondan bir tuğla çekersem altında kalırız” dedi. Demekki derin devlet işin içinde. Zaten bir yerde Mehmet Ağar’ın lafı geçmişse korkacaksın. Özel harekat falan, aman diyeyim.

Uğur Mumcu

Uğur Mumcu ne zaman öldürülmüştü hatırlayan var mı? Tarih olarak değil, hangi olayın peşindeyken. Cevap, Kürt Dosyası kitabını yazmaya çalışırken. Ne diyordu o kitapta Mumcu? PKK ile ilişkisi olan siyasetçiler var diyordu. Bunlar heralde DTPliler değildi. Ne diyordu Mumcu PKK’dan nemalanan siyasetçiler var diyordu.

Buradan hareket edip bir yere varmak gerekiyor. Bir zamanlar bu ülkede bir iktidar vardı. Her seçim sathı mahaline girildiğinde Kuzey Irak operasyonları yapıp milletin oyunu alırdı ve tekrar iktidar olurdu. Seçimlerden sonra bir dahaki seçime kadar da dokunmazdı PKK’ya. Seçimlerden önce tekarar bir operasyon, oylar cepte. Bu döyle iki dönem gitti, milleti PKK operasyonu, Kuzey Irak kamplarının bombalanması ile uyutan iktidar bu arada halkın cebinde ne varsa aldı. En sonunda da başka bir iktidara devretti işi.

Başka örnekler de var ama iyice 301’lik olmamak için söylememek lazım. Zira en babasını söyleyemiyorum. Evet bu ülkede ifade özgürlüğü var!!!

İşi her otoriter rejimin bir düşmana ihtiyacı olduğu şekilde formüle edebiliriz. O ortak düşman sayesinde halk iktidarın çevresinde kenetlenir, öteyi beriyi düşünmez, tek derdi ortak düşmandır. O arada cebinden gidenler cebi tam takır oluncaya kadar onu rahatsız etmez. İşte türkiye’de bunu yaptı. Uğur Mumcu o kitabında bunu dile getirecekti. Birileri bu durumdan rahatsız oldu, onu iktidar öldürdü demiyorum, yanlış anlaşılmasın ama foyalarının ortaya çıkmasından rahatsız olanlar öldürdü, bu çok açık.

O yine de halkına seslendmişti, “Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi”

Eğer Uğur Mumcu yaşasaydı bugün çok farklı bir ülkede yaşıyor olabilirdik, en azından Kuzey Irak’a operasyon bezirganları bu kadar rahat olmazdı. Gönüllerin başkomutanı Ertuğrul Özkök’e öyle laflar ederdi ki özkök utancından yazamazdı heralde. Çok mu iyimserim ne, belki de yazardı hala.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Hrant Dink: Aşağıdakilerden Hangisi Doğrudur?

Aşağıdaki okuma parçasını okuyup doğru cevabı bulunuz. Hrant’ın ölümü ülkede turnosol kağıdı etkisi yarattı. Maskeler düştü. Milliyetçilik adı altında ırkçılık yapanlar, faşistler, algısı kıt olanlar bir bir ortaya döküldü. Devletin içindeki yapılanmalar tekrar tekrar yüzümüze çarptı. Uğur mumcu cinayetinde, susurluk kazasında, 1 mayıs 1977’de yüzümüze çarpan gerçekler bir kez daha aynı fiili ifa etti. Bu defa bir şey daha yaptı, içimizdeki insanı test etti. Uğur mumcu katledildiğinde herkes üzüntüsünü belirtebildi yalan ya da gerçek, susurluku herkes eleştirdi samimi sahte, 1977’de herkes failler bulunacak dedi umutla ya da sinsice, ama hrant ermeniydi. Toplumun bir kısmı-bir kısım toplum onun Ermeni olduğu için herkese vermesi gerektiğini düşünüyordu. O yüzden öldüğünde çeşitli tepkiler gördük. Hepimiz Türküz! Evet hepimiz türküz bunu biliyoruz bunu bastıra bastıra söylemenin ne anlamı var mastürbasyondan başka.Bundan 10-12 yıl evvel bir türk ailesi Naziler tarafından katledilmişti Urdingen Almanya’da. Ardından oradaki vicdan sahibi kitle “Hepimiz Türküz” diyerek yürüdü, Nazileri protesto etti. Aradan zaman geçti, Filistin yine kan gölüne döndü, faşist İsrail yine Filistinlileri katletmeye başladı. O zaman bazı Türkler ya da Türkiyeliler ya da dünyalılar ya da her neyse gösteri yaptılar, bağırdılar “Hepimiz Filistinliyiz” diye. 5 yıl önce ABD bilmem kaçıncı kez Irak’a saldırdı, ikinci kara harekatıydı Irak’a karşı. Yine birileri hepimiz Iraklıyız diye bağırdı Türkiye’de. Merak ediyorum bu insanlar neden yürüdü. a- canları hareket istiyordu b- hepsi vatan hainiydic- her biri vicdan taşıyan insanlardı.

adsiz.JPG

Doğru cevap ”C”. Anlamayanlar çıkacaktır cevabın neden C olduğunu. Bunun sebebini eğitim sistemimizde aramak mantıklı olacaktır. Birkaç örnek verelim eğitim sisteminden: “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türk’ün türkten başka dostu yoktur”, “Topraklarımızda gözü olan yabancı devletler”, “Biz savaşı kazandık fakat Almanya yenildiği için yenik sayıldık” gibi mottolar üzerinden işleyen bir eğitim sistemi. Bu sistemden çıkan insan da “Türk” kavramı ile “Vicdan” kavramlarını bir potada eritemiyor. Türk kavramı yanındaki her kavramı yok ediyor ve tek başına kullanılıyor. Yani konu Türklük ise olayda hak, hukuk, adalet, hakkaniyet, vicdan falan önemsizdir. Zaten 301’e sahip değil miyiz, zaten hakimlerimiz bile devlet bir davada tarafsa tabiki devleti kayırırım ve devletin hukuktan önce gelir demiyor mu? Toplum dinlemeden linç etmeye eğilimli değil mi? Her şeyin başı eğitim diyenler ne kadar da haklı. Bizde okullarda Türk olmak öğretiliyor ama insan olmak öğretilmiyor, bu yüzden de bir türlü evrensel düşünemiyoruz. Bizden olmayandan korkuyor, onları düşman sayıyoruz. Halbuki farklılıklar zenginliktir ve ben kültürel açıdan zengin bir toplumda yaşamak istiyorum. Ne mozaiği lan mermer mermer toplumunda değil. Bunun için birlikte yaşamı savunalım.

3 Ocak 2008 Perşembe

Hrant Dink'i Anıyoruz: X'i Anarken Nerdeydiniz?

düşünüyorum öyleyse varım... ya düşünemeyenler, onlar hiçlikleriyle rahatsızlık yaratıyor. düşünemiyor ama düşünürmüş gibi yapmaktan da kendini alamıyor. o da farkında düşünmenin ne kadar güzel bir şey olduğunun aslında ama kafasında dezenformasyonla oluşturulan kirli duvarı aşamıyor.

düşünürmüş gibi yaparken en kolay yol kıyas yapmaya kalkmak, ama dedik ya düşünürmüş gibi yaptığı için kıyas kaba saba ve alakasız oluyor, inceliklerine varamıyor kıyasın. mazluma destek olmak adına `hepimiz ermeniyiz` diyene `hepimiz türküz` diyerek yapıştırıyor cevabı, halbuki hafızasını su altı seviyeden iki ayaklı seviyeye çıkarsa hatırlayacak nazilerce öldürülen türk ailenin ardından binlerce alman'ın "hepimiz türküz" diye yürüdüğünü, hatırlayacak hepimiz ermeniyiz diye yürüyenlerin aynı anda filistinliler için "hepimiz filistinliyiz", ıraklılar için "hepimiz ıraklıyız" diye yürüdüğünü.

düşüncenin gücü burada işte, insanı insan yapmakda, ama yanlış anlamasınlar `yüzde yüz düşünce gücü`nden bahsetmiyoruz burada.

12 Aralık 2007 Çarşamba

Kadrolaşmanın Amacı: Parti Devlet

Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin her birinin seyrek ya da yoğun bir şekilde kadrolaşma eğilimi olmuştur. Kadorlaşma dendiğinde insanın aklına ilk olarak Milliyetçi Hareket Partisi gelir, daha sonra ise cumhuriyetin ilk yıllarındaki politikalarıyla Cumhuriyet Halk Partisi. CHP'nin ilk yıllardaki kadrolaşmasını o yıllar içinde değerlendirebiliriz ama Mustafa Kemal öldükten sonra Recep Peker'in başlattığı hareketi asla haklı çıkarmaz bu. Türk Hükümetlerinin kadrolaşma eğilimlerini incelem için özellikle CHP ve AKP incelenmelidir, MHP ise daha çok yandaşını kayırma biçiminde hareket edip ahbap çavuş ilişkisi içinde kaldığından dolayı devlette yoğunlaşmış ama asla devlet içinde niceliklerinin verdikleri niteliğe kavuşamamışlarıdır -burada derin devlet konu dışıdır bahsedilen genel olarak bütün devlet kadrolarıdır-. Fakat CHP ve AKP devleti partinin egemenliğine sokmak için yapmıştır ve planlı bir harekettir, MHP'nin hareketi gibi plansız değildir.
CHP kadrolaşması kendi içinde iki alt döneme ayrılabilir. Kemal Peker öncesi ve sonrası dönemler. Kemal Peker öncesi dönem devlet kurumlarının yeni yeni oluşturulduğu, partinin yeni kurulduğu, bu ikisi arasındaki çizginin yenilikleri ve geçmişten gelen İttihat ve Terakki tecrübesi yüzünden belirsiz olduğu dönemdir. Recep Peker'in CHP genel sekreti olduktan sonraki dönemi ise oluşun tarihinden bağımsız olarak 1936 ile başlatabiliriz. CHP genel sekreterinin içişleri bakanı olması ve uzantısı olarak CHP il başkanlarının aynı anda vali olması, 18 haziran 1936'da parti genel başkanı vekili ismet inönü'nün yayınladığı genelge ile parti ile hükümetin birleştirilmesi kararı sağlanmıştır ki bu genelge bu dönemin karakterini yansıtır. Atatürk bunların bir kısmına karşı çıkmış bir kısmına göz yummuştur; ancak onun hedefinin demokratik ve müreffeh bir toplum olduğundan şüphe oluşturmaz bu göz yummaları, devrim zamanı uygulamalarıdır sadece. Kaldı ki CHP zamanla bu uygulamadan vazgeçmiş ve çok partili siyasal hayata geçilmesine izin vermiş, Türk demokrasisine en büyük katkıyı sağlamış partilerden biridir.
AKP de devleti ele geçirmek ve dönüştürmek istemektedir, bunun için gerek toplumsal gücünü gerek sermaye gücünü gerekse de meclisdeki çoğunluğunu kullanmaktadır. İktidara ilk geldiği dönemde Refah Partisi tecrübesi ile çok ılımlı davrandır ve özellikle de liberal aydınların desteğini aldı. Fakat 2. iktidar döneminin ilk 4 ayında bundan önceki 4,5 yılda olmadığı kadar cüretkar oldu. Özellikle çıkardığı Hakim ve Savcılar Kanunu ile yargıyı tek hamlede ele geçirmeye çalışması, devlet kuruluşlarına yapılan atamalardaki cemaat kriteri, Kamu Personel rejiminin hükümetin atama yetkisini çok genişletecek şekilde değiştirilmek istenmesi bunun en açık göstergesidir. Ve bu AKP hala "onlar devlet, biz siviliz halkız" yalanını dillendirmekte. AKP artık devlet olmuştur, cumhuriyet tarihinde devlet ile bu kadar iç içe bir tek kuruluş yıllarında daha sonra bu durumu kendi isteğiyle demokratikleştiren CHP geçmişti.
Okan Bayulgen'in Bu Sizi İlgilendiriyor'da konuk ettiği AKP adayı genç kaymakam Özlem, CHP'nin parti devlet uygulamasını kıyasıya eleştirirken sergilediği demokrasi aşkını şimdi de sergileyebilir mi acep? Ya da bunu yapacak her hangibir AKPli var mıdır? Yoktur.
AKP'nin ele geçirdiği güçlere bakalım: Yargı,YÖK, TBMM, TMSF, TCMB, THY... ve bunları gizlemek için medyanın büyük kısmı, bir de Çankaya. Bütün bunlar ard arda geldiğinde inanılmaz bir hegemonya kurulduğu görülüyor.
Son zamanlarda çıkan bazı haberlere ve yazılara link vermek istiyorum: http://www.milliyet.com.tr/2007/12/12/yazar/temelkuran.html
http://www.haber5.com/haber.php?haber_id=302119

11 Aralık 2007 Salı

remember to feed the cat


biraz öznel olacak ama oyunun! tanımı anca böyle olur;
is homesick: bugün insan hkları günüydü, ergun özbudun'un da katıldığı bir konferanstaydık insanlar sanırım anayasa taslağındaki laiklik tanımını hakkında konuşuyorlardı, ben de celtic'e 10-15 milyon dolar aralğında birhücuma dönük orta saha düşünüyorum. sonunda football manager ergun hocadan üstün geliyor ve konferas bitmeden çıkıp eve geliyorum. evi özlemişim, fm var. unhappy with his manager: hayatta çalışmak lazım ama çalışırken fm oynayamıyorum, işverenimin bana fm oynayacak mekanı ve zamanı vermesini istiyorum.
has personal problems: yolda insanların yürüşlerine bakıp bundan forvet, bundan göbek olur, kızılay'da gördüğüm adamla metrodaki adam forvette iyi ikili olurlardı şeklinde düşüncelere dalıyorum, feed the cat.
wants to move to bigger clubs: mütemadiyen fmyi acaba hangi ağa girip oynasam diye düşünmekteyim ama şu ana kadar hep kendimle yarıştım.
wants a new chalange: sürekli hayatımın başka bir evresine zıpladığımı hayal ediyorum, kendimi fm'ye daha çok verebileceğim bir hayat.
considering his options: bir yer var mıdır, sürekli happy with his new manager olacağın, bir yer var mıdır fm ile bütünleşeceğin, alıp bilgisayarımı gideceğim buralardan.

15 Ekim 2007 Pazartesi

Çevre: Olmazsa olmaz

Çevre Kirleniyor ve yakında yok olacak. O zaman hiçbir şey kalmayacak. Bu kadrla anlatılabilen bir konuyu neden anlamıyoruz anlamıyorum.

3 Ağustos 2007 Cuma

Devletin Vatanı ve Milletiyle Devletin Bölünmez Bütün Olması

keşke öyle olsa...

ancak;
külliyen yalan olan, yıllar yılı bize tekrar tekrar yutturulan çakma kavramdır gerçekte. devlet vatanı ile de milleti ile de bölünmezliğini iddia ediyor ancak tek yaptığı bütünü homojen hale getirmeye çalışmak. oysa bütün olmanın tek karşılığı tek tip olmak değildir, bir bütün pekala çok sesli ve çok renkli de olabilir. fakat bunu bizim devlet politikamızın algılaması imkansız sanki, illaki tek tip olacaz: ırkçı, sünni. yok efendim herkes saf türk ve sünni olmak zorunda değil. olamaz da zaten, musta kemal'in kemikleri sızlar bugünki devlet politikasını görse.

madem bölünmez bütünlük diyoruz neden floryada doğan bebekle hakkari'de doğan bebek bölünmez bütün olamıyor? neden birisi her türlü olanağa sahipken öbürü eğer biraz şanslıysa çoban olabiliyor. neden? nerede kaldı bölünmez bütünlük? bölünmez bütünlük ne yazık ki ırkda ve sünnülikte kaldı ve diğerlerini yok etmede.

modern olma iddiasında isek saygı göstereceğiz farklılıklara, bu bize karşılıklı saygıyı getirecek, karşılıklı saygı da refahı. amaç eğer müreffeh bir toplum yaratmak ise devletin politikasının kökten değişmesi gerekiyor, yoksa birileri müreffeh değilken kimse tam müreffeh olamıyor. eğer bölünmez bütünlükse bu vatanın ve milletin her anlamda bölünmemesi demek olmalı: eğitimde de, sağlıkta da, kimliğini açıklama özgürlüğünde de, yurttaş olmada da. Atatürk'ün yaptığı "vatandaş olan herkes türktür" tanımı da tam budur.

25 Temmuz 2007 Çarşamba

CHP'nin Başına Ufuk Uras Gelsin!

Ufuk Uras'ın chp'den daha başarılı olması, CHP'nin kenidisi tanımladığı solda olması ve CHP'yi bir sol partiye evirerek iktidar yapabileceği için kimi çevrelerden yakın zamanda duyacağımız fikir.

İşin ciddi yanına dönersek bir partinin kendisini nasıl tanımladığından çok seçmenin onu nasıl tanımladığı önemlidir seçimlerde ve chp yanından bile geçmemesine rağmen halkın geneli tarafından sol olarak nitelenmektedir. bu durumda chp içinde bir sol hareketin gelişmesi türkiye'de bir sol hareketin başarlı olmasının yegane yoludur. aslında başlıktaki ufuk uras işin şakasıdır, tabi olursa güzel olur ama kastımız chp'nin bir sol partiye evrilmesidir.

Deniz Baykal

Deniz Baykal yine istifa etmedi, Chp'nin seçim hezimetine rağmen, hatta basın toplantısında Chp'nin aldığı sonucu başarı olarak göstermeye bile kalktı.

Seçim gecesi partili seçmenin karşına çıkmayan, ertesi gün de kaçmaya devam eden, 24 temmuzda öfkenin dağılmış olması hesabı ile bir açıklama yaparak istifa tepkilerinden kurtulmaya çalışmıştır. seçmenin karşısına çıkamamasının sebebi karşılacağı muhalefete karşı duracak gücü olmayışındandır. ya istifa zorunda kalacak ya da yola devam dese bile o açıklama yapıldığı sırada başlayan muhalefete zorunlu olarak süreç içinde boyun eğecekti. bu durumdan kaçmıştır. Yazıktır. Zaten kendine özgü sağ bir parti olan chp'yi iyice sağa yaslamıştır ama sağın asıl sahibi olan rte'den okkalı bir tokat yemiştir. akıllanmamıştır.

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Kemalistlere Resmi İdeoloji Çocukları Demek

resmi ideolojinin iki çocuğu vardır. ilk çocuk türk-islam sentezi ile yetişmiştir, faşisttir, gericidir ve tutucudur. ikinci çocuk ise hiçbir şeye karışmayan, araba, futbol ve kızlar/erkeklerden başka konuşacak bir konusu bulunmayan bir tipdir. resmi ideolojinin iki çocuğu da ona hizmet eder. ilk çocuk onun pis işlerini hallederken, ikinici çocuk çevresindekileri karıydı kızdı, oğlandı, partiydi, markaydı derken uyuşturur.
tabi bir de herkes tarafın remi ideoloji çocuğu olarak tanımlanan kemalistler vardı ki türkiye'de ki en şanssız kesimi oluştururlar. herkes kuyularını kazar, tek örgütlü güçleri olan adtler okul yönetimleri tarafından susturulmaya çalışılır, resmi ideolojinin semirtilmiş ilk çocuğu ile sürekli mücadele etmek zorunda kalır, ikinci çocuksa bu arada onun bilinçlendirebileceği kitleleri çoktan uyuşturmuştur bile.
ideolojinin çocukları sanılan kemalistler bizzat o ideolojinin medyası tarafından dışlanırlar ve marjinalleştirilirler.
öyle bir an gelir ki kemalistler ilerici oldukları için sempati ile baktıkları sosyalistler tarafından da arkadan vurulurlar. çünkü resmi ideoloji-türk islam sentezi- o çok okumuş sosyalistlerin ağzına bir mustafa suphi sakızı vermiştir, yanına da atatürk burjuva devrimcisiydi adlı temcit pilavı.

23 Mayıs 2007 Çarşamba

DTPliler Meclise Giremesin Diyenlere Anadolu'nun Yüzyıllar Öncesinden Cevabı

bir halk, tam 11 milyon kişilik bir halk. anadilini konuşması yasak- ne olduğunu bilmeyenler için (°bkz: anadil)-, çocuğuna kendi dilinde isim koyması yasak, okuyup yazması engellenmiş, bir halk ağaların eline bırakılmış oy kaygısıyla, üretim yok, okul yok.
bir halk, sürekli suratlarına tükürüldüğü için, sürekli aşağılandıkları, hor görüldükleri için onu kandıran abd ve taşeron pkk'nın oyuncağı olmuş. bir halk ki umudu yok.
biz kemalistiz arkadaşlar. kemalizm ne der hatırlayan var mı? yurtta sulh cihanda sulh bu laf da ne yazık ki atamızın diğer lafları gibi ilkokul çocuğuna söylenir gibi anlaşılıyor. ulan barış ama nasıl? yasaklarla mı? zorbalıkla mı? yoksa demokrasi ile mi?
acaba mustafa kemal hangisini tercih ederdi? acaba mustafa kemal birinci meclis tutanaklarına geçen sözlerinde neler demişti? hatırlayan yoksa hatırlatayım: türk halkı türk ve kürt kavimlerinden oluşur. ama şimdi rahatsız olur bizim minik kemalist görünümlü kenanist beyincikelrimiz.

arkadaşlar ordaki kürt vatandaşlarımızı dışlayan şu an sizin savunduğunuz yaşakçı zihniyet? hatırla mısınız bir zamanlar anadolu'da mevlena adında kutsal bir atamız yaşamıştı. ya lafını hatırlayan var mı? gel, ne olursan ol yine gel. ve yahut yunus emre'yi hatırlayan var mı? hani bir lafı vardı: yaradılanı sevdik yaradandan ötürü. bunu da unutmuşuz öbürler gibi.

bırakalım girsinler meclise, bırakalım desinler ne diyeceklerse. eğer teröristlik yapmaya kalkarlarsa, kürt faşistliği yapmaya kalkarlarsa zaten onları kimse kurtaramaz. foyaları ortaya çıkar işte, daha ne istiyorsunuz? eğer kürt halkına ses olamazlarsa biterler işte daha ne istiyorsun?

türkiye türklerindir, ne mutlu türküm diyene, türk halkı türk ve kürt kavimlerinden oluşur. bu sözleri ard arda okuyun belki bir şeyler çağrışır.

20 Mayıs 2007 Pazar

20 Mayis 2007 Samsun Cumhuriyet Mitingi

katılım olarak üç büyük şehirdeki mitinglerden daha az da olsa şehrin nüfusu, komşu şehirlerin nüfusları ve ulaşım olanakları göz önün alındığında katılımın yine yoğun olduğu bir miting olmuştur. 350.000 nüfusa sahip bir şehirde 100.000'den fazla insan toplanmıştır. taşrada oldukça iyi bir rakamdır.
bu mitingin en önemli yanı da chp-dsp bütünleşmesinin halk önüne çıktığı miting
olmasıdır.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Dünya'da ve Türkiye'de Neden Sadece Orta Sınıf Meydanlarda? Kendini Koruma Refleksi mi?

cumhuriyet gösterilerinde bir şey çok dikkat çekti, o da gösterilere katılanların çok büyük bir çoğunluğunun şehirli orta sınıf oluşuydu. karşıt tarafta olanlar bu argümana dayanarak gösterilerin tüm halkı temsil etmediğini savundular ve gösterileri küçümsediler. bunu yaparken çok ciddi bir noktayı gözden kaçırdılar, her zaman olduğu gibi dünyayı ya yine okuyamadılar ya da okumak, anlamak istemediler. biraz açalım.
aralık 1999'da seattle'da dünya ticaret örgütü toplantısına karşı yapılan gösterilerle kıvılcımlanan orta sınıf hareketleri dünya politika arenasına damgasını vurdu.
seattle'den sonra, büyük ekonomi ve finans kurumlarının tüm toplantıları,washington, davos, prag ve nicede, ve daha küçük ölçekli olarak da cenova, ancona ve bologna'da, binlerce, on binlerce gösterici tarafından kuşatma altına alındı.
bunların sebebi neydi, bu gösterilerin türkiye'deki şeriat karşıtı gösterilerle alakası, ortak noktası ne?küreselleşme karşıtı gösterilerin hepsinde gösteriyi yapan baskın sınıf orta sınıf, şehirli orta sınıftı. bunun sebebi ise giderek küçülen ve geliri azalan orta sınıfın statüsünü koruma refleksiydi. küreselleşme yüzündenbüyüyen gelir uçurumu orta sınıfı giderek fakirleştiriyor bu da ortasınıfta bu şekilde patlayan tepkilere yol açıyor, bu tepkiler gelecektede yoğunlaşarak devam edecek.
gelelim bu gösterilere zaten fakir olan sınıfların katılmamasının nedenine. busorunun nedenini bulmak için yakın geçmişe gitmek gerekiyor. 30 seneönce sermaye karşıtı gösterileri öğrencilerle birlikte orta sınıf vefakir sınıf birlikte yaparlardı. bugün ise meydanda fakir sınıflardankimse yok; çünkü sermaye fakir sınıfların kendisine yabancılaştırılması- cahilleştirilmesi evresini gerçekleştirdi. bugün artık "ne iş olsa yaparım", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın", "bilmem kim ne yapmış"... anlayışı fakir sınıflara hakim. bu noktada sermaye sınıfı fakir sınıfları istedikleri gibi ajite edebilmekte ve kullanabilmektedir. bu sebeple artık sermaye karşıtı hareketlerde altsınıftan destek beklemek hayalperestliktir.
dünya'nıngeleceğinde artık orta sınıf söz sahibi olacaktır. geçmişten tecrübekazanmış ve sermaye hareketlerini ve oyunlarını daha iyi izleyebilenbir orta sınıf, ama bu sefer tek başına.
gelelim türkiye'ye. yazının başında da belirttik. orta sınıf kendisini tehlikede hissettiğinde meydanlara çıkıyor diye. türkiye'de şehirli orta sınıfın tamamına yakını laikdir, tabi burada laik olmayan ortasınıfı yok saymıyoruz ama bunlar aslında orta sınıf içine sonradan girmiş ve zihniyet itibari ile orta sınıftan çok kendisine yabancılaştırılan-cahilleştirilen fakir sınıfları andırmaktadır.türkiye'de laik rejimin tehlikeye girdiğini gören laik orta sınıf meydanlara çıkmıştır. çünkü onların rahat ettikleri, modern yaşam tarzlarını devam ettirebilecekleri rejim laik rejimdir ve şeriatçıların iktidara gelmeleri durumunda özgürlüklerinin ve gelirlerinin yok olacağı haklı korkusuna sahiptirler. işte bu nedenle 14 nisan, 29 nisan ve 13 mayıs gösterileri düzenlenmiştir.
dünyada sermaye karşıtlığı olarak ortaya çıkan tepki türkiye'de şeriat karşıtlığı olarak ortaya çıkıyor. aslında bu durum orta sınıfın kendisini korumak istemesinin iki farklı tezahürü, şartlara göre farklı şekillerde tezahür eden tepkidir bu.
Tabi bu arada kendisine yabancılaştırılmış fakir sınıflara Türkiye'de karşı gösteriler yaptırılıyor- Yukarda bu sınıfın egemen sınıf tarafından ajite edilebildiğine değinmiştik. Bu başka bir yazının(muhtemelen bir sonraki) yazının konusu.
sonuç olarak dünya ve türkiye'nin geleceğini egemen sınıf ileorta sınıfın mücadelesi belirleyici olacaktır. eğer daha yaşanabilirbür dünya istiyorsak meydanlara çıkan orta sınıfa destek verme zamanı bizim için de gelmiş demektir.

 

blogger templates 3 columns | Make Money Online